Kayıtlar

Diş doktorundan korkar mısınız?

Resim
'Ne ilgisi var bunun gezginlikle?' diyebilirsiniz. Bazen öyle bazen böyle. Bu aralar fazla gezemeyip sadece ofiste oturduğum için kafamı gezdiriyorum efendim! Zaten benim gibi yılda bir ya da iki kez geziye çıkabilen, düşük gelirli, eski kuşak bir basın çalışanının kendini ofiste oturan gezgin diye tanımlaması da bir tuhaf geliyordu baştan beri. Neyse.. TAKINTILI OLMAK ZOR İŞ Özetle bu sıralarda bedenimi değil kafamın içinde çeşitli korkuları ve kabusları gezdiriyorum. Biraz dertleşmek istedim bu yüzden de. Evet, soru bu: Diş doktorundan korkar mısınız? Ya da "halk dilinde" söyleyeyim: Dişçiden korkar mısınız? Belki de doğru soru şu: 'Diş doktorundan korkmayan var mı?'. Bilmem, gerçekten var mı? Ama öyle kısa süreli hafif bir korkudan söz etmiyorum, haftalar öncesinden başlayıp beyin kemiren, bütün ruhu ele geçiren, gece uyumak üzereyken kendini diş doktorunun koltuğunda görüp yataktan sıçratan, en feci, en cehennem misali, en takıntılı korkudan söz edi

Derin bir nefes alın, ömrünüz uzasın

Resim
'Tanrı, insanlar uzun ömürlü olsun diye Bozcaada'yı yaratmış'... Böyle demiş Herodot. Aslına bakılırsa gidip görene kadar bu cümleyi her okuduğumda 'Hadi canım! Turizm şirketlerinin pazarlama yöntemlerinden biri bu' diye düşünürdüm: Ama çok fena yanılmışım! Büyük şehir insanının hep aklından geçer: Şöyle sakin,motor gürültüsünün az duyulduğu, doğayla baş başa kalabileceğim bir yerde yaşasam. En azından kafamı ve ruhumu dinlendirsem.'  Böyle yerler var. Hem de öyle dağların başında değil denizin tam ortasında. Mavinin ve yeşilin inanılmaz güzellikteki tonları arasında. Adı da Bozcaada! BOZCAADA'YA NASIL GİDİLİR Ayazma Plajı'nın en sakin köşesi. Tepenizde helikopter böcekleri uçuyor. Kardeşim dahil bazı insanların müptelası olduğu Bozcaada'ya sonunda benim de yolum düştü. Daha feribottan iner inmez de dedim ki kendi kendime 'Evet, işte, burada insanın ömrü gerçekten de uzar.' Gelin şimdi fazla uzatmadan Bozcaada nerededir, Bozc

Burası Ege'nin başladığı yer!

Resim
Madem Ege'nin köylerinden başladık öyle devam edelim.. Farkındayım, buraları geç keşfettim ama hiç görmemiş olmaktan  iyidir. Şimdi sırada tıpkı Adatepe gibi görenlerin soluğunu kesen (!) bir başka köy var: Çanakkale'nin Yeşilyurt köyü ya da eski adıyla Büyük Çetmi. Soluğu kesen dediysem elbette mecazi anlamda çünkü burası her yeri betona boğulmuş ülkemizde oksijen oranının en yüksek olduğu yerlerden biri. Tarihi 1355 yılına kadar uzanan Yeşilyurt köyü 'Ege'nin başladığı yer' olarak nitelendirilen Çanakkale'nin Küçükkuyu beldesinin tepesinde. Zaten köye girip yürüyerek yukarılara doğru çıkarken geriye dönüp baktığınızda alabildiğine uzanan Ege mavisi gözlerinizi kamaştıracak. YEŞİLYURT'A NASIL GİDİLİR Açıkçası çok fazla betona boğuLduğunu düşündüğüm için tatil programlarıma almayı pek istemediğim Altınoluk'a gitmek için ani bir karar verince araştırmaya başladım. Çok da bayılmadığım deniz ve güneş tatilini renklendirmek için bölgede n

Ah Refika! Aşkından yataklara düştü bu köy!

Resim
Kulağa masal gibi geliyor, ama değil. Nefes kesecek güzellikteki daracık sokaklarında gezdiğinizde de bütün gördüklerinizin gerçek olduğuna inanmak öylesine zor. İşte bir güzelin aşkıyla yanıp tutuşan o muhteşem köyün hikayesi. Yıllar, yıllar önce Kaz Dağları'nın eteklerine kurulu olan Adatepe köyünde hem Türkler hem de Rumlar mutlu bir şekilde yaşarmış. Köyün bir de güzeli varmış. Rebeka adında bir Rum kızı. Dilleri dönmediğinden mi  bilinmez köyün Türk sakinleri Refika derlermiş adına. Öylesine güzel; öylesine hayat doluymuş ki adım attığı her yeri güzelleştirirmiş Refika. KÖYÜN GÜZELİ REFİKA Ama mutlu günler çabuk biter kuralı burada da geçerliliğini korumuş. Koca bir savaş gelip geçmiş bütün bir dünyanın ve elbette de köyün üzerinden. Ardından Türk ve Yunan hükümetleri oturmuşlar masaya, "mübadele" kararı almışlar. Yani insanları doğup büyüdükleri topraklardan, evlerinden, köklerinden söküp uzaklara savuran o kararı! Bunun sonucunda da Refika ya da Reb

Bir gün şu evin kapısından geçsem!

Resim
Biliyorum, bizim ülkemizde de bir sürü güzel köy var, hepsini gidip görmek istiyor insan. Ama şimdi, şurada ofisteki masamda, bilgisayarımın başında gezinirken bir fotoğraf gördüm. Gerçek olamayacak kadar güzel bir fotoğraf hem de. Baktım neresiymiş burası diye. Efendim, uzaklarda Zalipie adında bir köy. Öyle tatlı, öyle çekici ki şimdi çantamı sırtıma atıp oraya doğru yola çıkmak istedim. Madem ofiste oturan gezginim, madem yılda bir ya da iki kez bir yerlere gidebiliyorum, ben de ne yapıyorum... İşten arta kalan zamanlarda internette gezip dolaşıp fırsatım olduğunda nerelere gidebilirim. nereleri görebilirim diye araştırmaya girişiyorum. Açıkçası öyle Paris, Roma gibi yerlere gidip göresim yok. Oraları küçümsediğimden değil, zaten daha önce ilk yurt dışına çıktığımda gittim, gördüm.  Bir daha da yolum düşerse elbette yine giderim. Ama benim derdim başka. Yani böyle herkesin bildiği, turistlerin akın akın gittiği yerleri değil de "Aaaa! Dünyada böyle bir yer mi varmış&q

Bir kahvaltıda keşfettiğim hazine

Resim
'Pazar günü Manastır'da kahvaltı edeceğiz, gelir misin sen de?' İşte her şey bu cümleyle başladı.  Eğer tek izin günümde biraz daha uyumayı ve tembellik yapmayı tercih etseydim Balıklı Meryem Ana Rum Ortodoks Manastırı'nı hiç öğrenemeyecektim. Size de oluyordur mutlaka... Günlük hayatın koşturmacasında yaşadığı yerin gizli güzelliklerini kaçırıyor insan. Oysa her boş vaktini keşfetmeye ayıran bir başka arkadaşımın da dediği gibi 'yaşadığı kentte turist olmalı' insan.  Doğrusu,  uçak korkumu ve tembelliğimi yendiğimden beri her yer hatta yaşadığım evin sokağı bile daha önce gözümden kaçmış keşfedilecek nice yerlerle dolu benim için!İşte 33 yıldır yaşadığım İstanbul'un - utanarak söylüyorum- daha önce varlığından haberdar bile olmadığım bu köşesini bu kahvaltı daveti sayesinde öğrendim. Yaşadığım Bakırköy'e üç durak ötede bu tarihi hazine! Doğrusu Zeytinburnu'nda böyle bir yer olduğu aklıma bile gelmemişti. Neyse uzatmayayım... Kahvaltı için